Deniz Özgün'ü yeni stüdyosunda ziyaret ettik. Gayrettepe şubemize komşu gelen Asitane Yapım'a ve enerji dolu ekibine doyamadık desek yeri. Ortam güzel, sohbet hem kahkahalı hem kahveli olunca zaman nasıl geçti fark etmedik tabii. Ama bu sayede, bir solukta okuyacağınız çok keyifli bir röportaj ortaya çıktığına emin olabilirsiniz.
Geçmişe giderek başlayalım sohbetimize. Seni hayatta yapmak istediklerine yönelten günlere... Bize bu süreci anlatır mısın?
Okul yıllarım dahil olmak üzere birçok şeyi deneme yanılma yöntemiyle öğrendim. Benim için bir şeyi birisinden dinlemektense o şeyi tecrübe etmek her zaman çok daha gerçekçiydi... Bu etrafım tarafından kafanın dikine gitmek gibi algılanmış ve beni bazı zamanlarda gerçekten hataya sürüklemiş de olabilir… Ancak şuna eminim; beni daima heyecanlandıran ve gerçekten öğrenmemi, keşfetmemi sağlayan da içimdeki bu durduramadığım "deneme" güdüsüydü.... Merak ettiğim her şeyi denemek benim hayat mottom(du) desem abartmış olmam sanırım... Bu sürecin sonunda bir gün fotoğraf ile tanıştım. O an yaşadığım haz daha öncekilere hiç benzemiyordu. Sanki yeni bir duyumu keşfetmişim gibi heyecanlandım. O yeni duyumu her an kullanmak istiyor ve daha çok tanımak istiyordum. Şu an onunla olduğum her an bu heyecanı tekrar tekrar yaşıyor, yeni şeyler keşfediyorum.
1986 yılında İstanbul'da doğdun, Bilgi Üniversitesi Fotoğraf ve Video bölümünü bitirdin. Ama biz sonrasını merak ediyoruz. Kariyer yolculuğun nasıl başladı?
Birçok üniversite öğrencisinin yaşadığı kaygıları ben de üniversite yıllarının sonunda yaşadım. "Acaba şimdi ne olacak?" sorusunu kendime her sorduğumda bir buhrana kapılıyor, sanki zifiri karanlıkta önümü görmeden yürüyormuşum gibi hissediyordum. Hele ki etrafınız okuduğunuz bölüm ve yapmak istediğiniz işi gerçek bir iş gibi görmeyen insanlarla çevriliyken her şey daha da zor gözükmeye başlıyor. Her şeye rağmen kendime olan inancımı hiçbir zaman kaybetmedim. Tek başıma da kalsam bu yolda yürümeye kararlıydım. Fotoğraf çekerken sanki dünyanın akışına kapılıyorum, "o an"ı ben kendi ellerimle yaratıyormuşum gibi hissediyorum. Sanırım kariyer yolculuğumdaki en büyük motivasyonum etrafımdakilere bu hissi geçirmeye çalışmak. İlk başlarda sadece kendim için çektiğim fotoğraflar zamanla hatrı sayılır bir kitleye hitap etmeye başladı… Kısa süreli asistanlıkların ardından kendi yolumda ilerledim. Moda fotoğrafları, dergiler derken reklam fotoğrafları çektim… Her zamanki "deneme" güdüm yine ortaya çıktı. Bana inanan bir ekiple kendim için çekmeye başladığım filmler markalar tarafından fark edilince, yönetmenlik de yapmaya başladım.
Mezun olduktan sonra kısa bir süre Paris'te yaşadın. Peki neden geri dönme ihtiyacı duydun, seni Türkiye'ye çeken ne oldu?
Görsel algının her zaman beslenmesi ve gelişmesi gerektiğine inanıyorum. Bu da hep aynı yerlerde yaşayarak, aynı şeyleri görerek olmuyor. Yeni yerler keşfetmenin, yeni kültürler tanımanın ve oralardan hikayeler çıkarmanın yaratıcılığı zenginleştirdiğini düşünüyorum. Dolayısıyla Paris benim için bu yolculukta ilk duraktı. Seyahat edebildiğim kadar çok seyahat etmeye çalışıyorum… Dünyayı gezdikçe kendimi daha iyi tanıyorum ve resmen özgürleşiyorum… Tüm bu iç zenginliğimin kendi ülkemde yaptığım işlere daha çok anlam kattığını düşünüyorum. Türkiye’yi dinamizmi, tüm kaosu, iniş çıkışları, farklılıklarıyla seviyorum ve burada üretmenin hazzının farklı olduğunu düşünüyorum...
Kimsenin bilmediği bir tutkun var mı, fotoğrafçı/yönetmen olmasaydın ne olmak isterdin mesela?
Tutkularımın çoğunu aslında fotoğraflarımda hikayeleştirmeye çalışıyorum. Bu yüzden kimsenin bilmediği bir tutkum olması çok zor, çünkü tutkularım fotoğraflarımın temelini oluşturuyor. Ama sanırım "tenisçi" olmak isterdim.
Lewis Hine "eğer hikayeyi sözcüklerle anlatabilseydim, yanımda sürekli bir fotoğraf makinesi taşımaya ihtiyaç duymazdım" diyor. Bu cümle sana ne hissettiriyor?
Bu cümleyle aslında çok yakın bir bağım var. Küçüklüğümden beri kendimi anlatmakta hep zorlandım. Etrafımdakiler tarafından sanki anlattıklarım anlaşılmıyor gibi hissediyor ve bu sebepten çok çabuk sinirleniyordum. Fotoğrafla beraber aslında anlatmak istediklerimi bir şekilde görsel anlamda ispatlama hazzını yaşadım ve kendimi en iyi ifade ettiğim yerin orası olduğunu anladım.
Sormazsak olmaz: video mu, fotoğraf mı? Hangisi seni daha iyi anlatıyor?
Aslında ikisi de aynı derecede önemli ve birbirini besleyen şeyler. Hikayeyi anlatırken tek bir disipline bağlı kalmayı sevmiyorum. Farklı disiplinler arasında bağlar kurmayı tercih ediyorum. Zaman zaman fotoğrafta kendimi ifade etmekte kısıtlandığımı hissediyorum ve bu durumda video benim için keşfetmesi büyük bir denize dönüşüyor… Bazen ise tam tersi... Böylelikle ikisi için de her zaman heyecanım taze ve yüksek kalıyor.
İyi bir fotoğrafın alametifarikası nedir?
İyi bir fotoğraf bence insanlara ve onların en derinlerde saklı kalmış bazı duygularına dokunduğun fotoğraftır. Kişilerin en gizli gerçekleri yakalandığında, iyi bir fotoğrafla karşı karşıyayızdır!
Seni sen yapan ve bir işi Deniz Özgün'ün yapan şey nedir?
Bu soruyu cevaplamam gerçekten çok zor. Ama etrafımdaki insanlar "bir fotoğrafa baktığım zaman senin çektiğini anlıyorum" diyor.
Biraz da ilham perilerinden bahsedelim mi?
İlham perilerim aslında hep etrafımda. Bazen çok yakın bir arkadaşım, bazen ailem, bazen sevgilim, bazen de yaşadıkları hayat hikayelerinden kendime dersler çıkarttığım sanatçılar olabiliyor. Onlarla ne kadar iletişime geçmek isterseniz, size o kadar ilham veriyorlar.
Son zamanlarda "Instagram Fotoğrafçılığı" diye bir kavram girdi hayatımıza, sen ne düşünüyorsun bu durumla ilgili?
Kesinlikle çok önemli, zaman ve teknoloji çok hızlı değişiyor. Artık herkesin kendi medyası var ve üretim alanı var. Eğer bu yeniliklere ayak uydurup kendinizi geliştirmezseniz, kaybetmenin eşiğindesiniz demektir. Fotoğraf ve videonun 10 sene içinde şu anki kullanım alanından çok daha farklı olacağını düşünüyorum. Bu değişimi hepimiz özümsemeli ve geleceğimizi ona göre şekillendirmeliyiz.
Hiç unutamadığın çılgın bir çekim anısını bizimle paylaşır mısın?
Üniversite yıllarımda bir dergi çekimi için Casablanca'ya gitmiştim. Çekim sonrası Fas'ın diğer bir şehri olan Marakeş'e gitmek üzere yola çıktık. Arabayı kullanan şoför hal ve tavırlarıyla enteresan bir adamdı. Bir şeyler olacak hissi arabaya bindiğim an bana kendini hissettirdi. Nitekim yola çıktıktan yarım saat sonra bir asker çevirmesine takıldık. Şoför hiç durmadan yanlarından geçti. Ardından askeri araçlar peşimize takıldı ve bizi kovalamaya başladılar. Otobanda son sürat sirenler ve uyarı sesleri eşliğinde asker ile kovalamaca oynuyorduk. Bir şekilde şoförü durması için ikna ettik. Askerler yanımıza geldi, üst baş araması ve sorgulama yapıyorlardı. Bu sırada bulunduğumuz noktada inanılmaz bir doğa manzarası vardı ve ben o an o güzel ışığı kaçırmak istemedim. Makinemi aldım ve çekmeye başladım. O sırada askerlerden biri bana burada çekim yapmanın yasak olduğunu, bu yüzden hapse girebileceğimi söyledi ve makinedeki film makarasını çıkartıp ona vermemi istedi. Atladığı tek şey makinenin dijital olmasıydı :) Uzun uğraşlar sonunda yolumuza devam ettik tabii ama bu asla unutamadığım bir anı olarak kaldı.
Oldukça keyifli, 7/24 zaman geçirilesi bir stüdyo yarattınız. Asitane Yapım ekibinin günleri nasıl geçiyor burada?
Asitane’yi 4 yılda sıkı bir fotoğraf & video üretim merkezi ve stüdyo haline getiren birbiriyle çok yakın, severek çalışan ilginç bir ekibimiz var. İlginç diyorum çünkü her üyesi oldukça kendisine has. Benzerliklerin değil, farklılıkların bir araya geldiği ve herkesin birbirinden beslendiği bir ortam. Yoğun çekim programlarının altından kalkan genç bir ekibiz. Günümüze hep beraber kahvelerimizi yudumlayarak başlıyoruz. Toplantılar, proje hazırlıkları, araştırmalar, çekimler derken hep yoğun bir aksiyon içerisindeyiz ama oldukça keyifliyiz!
Üstelik Gayrettepe şubemizle de komşu oldunuz! Bu sayede sık sık görüyoruz seni de. Petra'da favorilerin neler?
Evet ve aslında Gayrettepe'ye taşınma planlarımız gerçekleşmeye başladığında size yakın olmak beni en çok heyecanlandıran etkenlerden biriydi. Kahvelerini çok sevdiğim yerin bu kadar yakınında olmak, bir kahve sever olarak büyük şans. Favorilerim flat white ve güzel müzik.
Çocukluğu Gayrettepe'de geçmiş biri olarak, yeniden mahalleye dönmek nasıl bir duygu?
Gayrettepe'den hiçbir zaman kopmadım. Ailem hala burada yaşadığı için sık sık gidip geliyordum. İnsanın bütün çocukluğunu geçirdiği, onu o yapan özelliklerin bu kadar yoğun olduğu bir yere böylesine yakın olması muhteşem.
Stüdyodaki kahve rutinleri ne alemde?
Stüdyoda kahvenin önemi herkes için büyük. Genelde işimiz gereği pek düzenli çalışma saatlerine sahip değiliz. Bazen sabahlara kadar çalışabiliyoruz, bu gibi durumlarda kahve günümüzün temposunu yüksek tutmak adına en büyük destekçimiz oluyor.
Peki ya Deniz ve kahve? Siz nasıl bir ikilisiniz?
Sanırım hayatım boyunca, hayatımda olup olmamasını sorgulamadığım tek alışkanlığım kahve içmek!